Cenaze Evi ve Beraber Yürüyelim mi Bayan?
Günaydın,
Sabah Selma Abla'nın telefonu ile uyandım ve gözümü açıp telefonun ekranına bakana kadar Selma Abla'nın beni sabah aramayacağını, bu nedenle de saatin en az iki hatta üç olduğunu düşündüğüm için asabı bozuk ama çaktırmayan bir "Abla?" dedim, hani kalkalı çok oldu ohooo neler neler yaptım nası yaşamaklar nası yaşamaklar, böyle dünyayı sevmekler, kahveler çaylar yumurtalı kahvaltılar falan der gibi bir "Abla". Bilirsiniz.
"Yeni mi uyandın?" dedi.
Gülümsedim, rol yapmakta da yaşamak konusunda olduğu gibi gayet iyiyimdir bu arada.
"Yok abla ya, SABAH ÇOK ERKEN FALAN KALMIŞTIM DA SONRA YİNE Mİ NE YATMIŞIM" dedim. Yalana bak, yalan profesörü.
"E hani gitmeyecek miydik" dedi, "Şeylere?"
"Gidicez ya, gidelim yani gitmemiz lazım" dedim.
"Sen istemiyorsan gelme şimdi, sonra gidersin, sesin tatsız geliyor."
"Yok yok abla gidelim, ben çay falan da aldım." dedim, "Hani bir şeyler götürülür ya değil mi, şey evine?"
"İyi yapmışsın, ben de çıkacağım şimdi, çay kahve bir şeyler alırım, seni çaldırırım köşede buluşuruz bir saate." dedi.
"Olur." dedim.
İnsanlar ölüyordu ama biz cenaze evi diyemiyorduk, geride kalanlar cenaze evinde yaşamaya devam ediyordu ve biz oranın adını söyleyemiyorduk. Olur değil mi böyle. Şey yani, Allah sabrını ona göre verir.
Kalktım ve kedi buna pek sevinmedi, böyle zamanlarda geyov der, yine dedi. Kahve suyunu koyup yüzümü yıkamaya gittim, hava bok gibiydi ve sktiğimin suyu da buz gibiydi ama hayat her boktan şikayet etmek için fazla kısaydı, günaydın sanşayn dedim o yüzden, aynen öyle.
Kahveyi alıp salona gelip oturdum, halıya bakma oturması. Bir sigara yaktım, hayattayız yaşaması.
Ellerimi gördüm sonra kahveye uzanırken, merhaba kırmızı ojeler. Dedim şeylere de böyle gidilmez ya, yani kimsenin kalkıp bana bir şey diyeceği de yok ama, daha çok yenilerde bir kişinin artık hayatta olmadığı bir eve başınız sağ olsun demek için giderken nispet yapar gibi BEN O KADAR YAŞIYORUM Kİ NA VAR YA KIRMIZI OJE SÜRECEK KADAR BİR HAYATTA OLMAK BÖYLE NASI DİYİM ANASININ AM
Pardon bu arada, neyse, aseton ve pamuk alıp ojelerimi silmeye başladım, çok kötü bir gece geçirmiştim fakat uyandığımdan beri kafamda durmaksızın gülüm benim sibel can remix versiyon çalıyordu. Bazen kafamızın kafamızla alakası olmaz ya hani. Size de oluyor değil mi, bak ben her şey herkese olur bro sakin ol falan diye diye diye hayatta tutuyorum ha bu naçar kendimi, böyle sorularıma hep evet deyin lütfen. Lüt, fen.
Siyah bir kazak ile siyah bir pantolon giydim, takribi üç aydır bu şekilde giyiniyorum zaten, zor olmadı. Saçımı toplayıp çıktım. Çıkar çıkmaz vuran oha ne biçim de hayattayız ayazını suratıma yiyip derin bir nefes aldım. Selma Abla'nın beni bekleyeceği köşeye üç köşe kadar uzak yani yakındım ama madem kafam istiyor, bir tane "Gülüm Benim" açacaktım. İlk köşeyi döndüm, kulaklığı taktım, yanımdan bir adam geçti, önce yavaşlayıp sonra hepten durarak arkasını dönüp "tam kulaklığı takıp istediğin şarkıyı bulup sesi köklediğin anda bir şey sorması gereken o yabancı benim işte hello" der gibi baktığı için kulaklığı çıkardım, kafamı soracağı adresi hemen bilip tarif etmeye de programladım çünkü biliyorsunuz şey evine iki köşem kaldı ve acil bir şekilde gülüm benim sibel can remix dinlemem gerekiyor.
"Buyrun?" dedim.
"Şey," dedi, "Beraber yürüyelim mi bayan?"
Gel dedim gardaşım yürüyelim, sonra öpüşürüz de biraz istersen ikinci köşede, çünkü üçüncü köşede bir cenaze evi var gitmem gereken, arada bir de gülüm benim dinlemem lazım ve bir tane de sigara içmem, belki biraz ağlamak için Selma Abla'yı fazla bekletmeden biraz yavaşlamam, yanıma çay, şeker falan da aldım çünkü şey evine eli boş gidilmez, yani zaten insanların ölüm gibi bir dertleri var anlıyor musun, bir de her gelene çay kahve ikram etmeler, ama fazla kalmayız heralde içerde sen beni kapıda bekle, ben çıkınca da bi tur evleniriz, iki çocuk yaparız büyüğün adı Ramazan olur ne dersin, rahmetli babanın adı ha, kıps,
demedim.
"Birader UZA." dedim. "UZA."
Uzadı lavuk. Tadım kaçmıştı. Yani tadım yoktu zaten de, kendimi yaşamaklar konusunda çok zor bir şekilde 3 köşe, bir cenaze evi, bira alış ve eve geliş şeklinde ayarlamışken zaten bunlar yetmezmiş gibi bir de araya bir lavuk sıkışması kafamı bozmuştu. Şimdi ya bira alamayacak ya da eve dönemeyecektim bunun yüzünden. Skik.
Selma Abla'yı gördüm, şey evinin bulunduğu üçüncü köşede durmuş beni bekliyor ve küçük çocuklara hani CE-E oynatırız ya, köşede bi görünüp bi kaybolup uzaktan ona doğru yürüyen benimle ce-e oynuyordu. Biri 70 biri 40 yaşında iki kadın cenaze evinin girişinde ağlayarak ce-e oynadık bi süre. Sonra içeri girdik. Başınız sağ olsunlar ve allahtan sabır dilemeler, sessizlikler ve ağlamaklar, gülmekler ve çay içmekler, anmaklar ve susmaklar bir şekilde geçti. Fazla oturmadık.
Şey diyeceğim, benim bugün kalbime bir bıçak daha saplandı. Sanırım benim yaşlarımda olan tek kızı vefat etmiş abla bi ara dedi ki, "Abisinin yanına gömdük, gidince ikisine birden dua ediyorum, biri bi tarafta yatıyor, diğeri yanında, kolay oluyor." Mahvoldum ya, halimize. Yaşayan insanın hayatta kalmaktaki şu gücüne, ısrarına bakın. Bir şekilde, bu kadar büyük bir acının içinde olmasına rağmen bile bir teselli bulabilmesine. Nefes almak, yaşıyor olmak falan hep bir şey zaten ama ilk kez bir cüret olarak karşıma çıktı. Anlatamadım da tam, yaşayanlar olarak kırmızı ojelerimiz var ve bunu normal yaşarken fark etmiyoruz fazla. Çok hayattayız aslında. Nergis falan kokluyoruz ya düşünsenize.
Çık, tık. Selma Abla'nın eczaneye gitmesi gerekiyormuş kıyamadım, dedim sen git eve ben ne istiyorsan alıp getiririm. Ekşi mayalı ekmek, saç boyası ve çay aldım, çünkü kendi evimiz de gelecekte şey evidir. Yürüdüm biraz mahallede çünkü biliyorsunuz bir yürürse, çiçek yürür, bahar yürür, peşin sıra.
Comments
Post a Comment