Her şey olur.



İnanır mısın, bir kelebekle arkadaş oldum bu zamandayken. Bu bir soru değil de işte, lütfen inanır mısın gibisine. Beyaz kanatları var, ve ben –kelebek arkadaşımın aksine- gevşek birisi olduğum için onu her gördüğümde beyaz kelebekler deyip gülüyorum maalesef. Şarkı söyleyen beyaz kelebeklerle alakalı bir duygum yok oysa, hatta belki sevmem bile. Ama benim arkadaşım olan kelebek şarkı söylemiyor ve bu iyi bir şey. Çok kalmıyor yanımda, günde birkaç kez karşılaşıyoruz, asabımın bozuk olduğunu sezmesine rağmen hiç gülümsemiyor. Bu bütün kelebeklere özgü bir huy da olabilir gerçi bilmiyorum. Sakince geliyor, kanatlarının ucundaki küçücük turuncu desenlerini görebileceğim bir mesafeye yaklaşıyor, sonra bana kendimi bu dünya ile bir hissettirip gidiyor. Biraz şaşkın oturuyorum o gidince, bu dünyadaki bütün kelebeklerin biz olmasına, bizim, aslında kelebek olmamıza, şarkılara, hayata. Düz hayata.

       

İnanır mısın sahibinden satılık kamyon bile baktım bu zamandayken. Bu da bir soru değil de işte, buna da inansana gibisine. Kamyonların beyaz kanatları yok ve çok yakıyorlar, olsun. Umudun nereden geleceği hiç belli olmaz. Sekiz yüz on beş bin liraydı para olarak. Gerçekten baktım diyorum. Para olaylarından pek anlamam çünkü bir kamyondan gelen saçma sapan müzikler eşliğinde yere yatıp yıldızlara bakmak kaç dolar hiç bilmiyorum. Bir kamyonun deposu kaça dolar. Isısısısıs. Şaka. Kamyonla beraber nehir de veriyorlar mı diye de baktım, kocaman ama dev ağaçlar, güzel kelimeler, şiirlerden yediğimiz bıçakları geri fırlatmalık dart tahtaları, özlediğimiz tüm kediler, geceleri uzun yollarda yardımlaşmak amaçlı ilerde radar var diye sinyal çakan başka arabalar, libido düşüren fırfırlı saten perdeler? Neyse sakinim, aramızda yol yordam bilen atlı şövalye hayalciler var. Yaşama sevincimizi birleştirip, hafif, bej rengi, rüzgardan biraz sallanan bir çatı yapıp altında iki bira içip sızıyoruz, hayal bir kenarda gerçek olmayı bekliyor. Biraz şaşkın oturuyorum satılık ilanını kapatınca, bu dünyada her şeyin olmasına, dünyanın kendisinin biz olmasına, bizim dünya olmamıza, hayata. Düz hayata.

 

İnanır mısın poseidona küstüm bu zamandayken. Bu zaten soru değil de işte, artık buna da inanmazsın gibisine. Koskoca tanrıya küs olduğum için adının ilk harfini büyük yazmadım fark etmişsindir, bu da ona ders olsun ne diyebilirim ki. Hem var ya, bu küslüğün benimle hiç alakası yok, ne ettiyse kendisi etti. Ben bir kayanın üzerinde oturuyordum yani dışardan bakınca, oysa gerçekte heveslerimle bir savaş içindeydim ki bana seslendi. Önce anlamadım seslenenin o olduğunu. Baktım ters ters, kafam gözüm ellerim, bileklerim birtakım görünmeyen yara bereler içinde. “Pardon!” dedi, “Hanımefendi bakar mısınız?” Vay, dedim şimdi hanımefendi mi olduk? Boş boş önce bana sonra aşağıdaki büyük kayanın önündeki bir noktaya bakıp, “Şu deniz kabuğunu uzatır mısınız?” dedi. Sadece ama sadece ses tonunun etkileyiciliğine kapılıp yavaşça aşağı inmeye başladım. “Baksana, beni hatırlamadın mı gerçekten?” “Hayır, ama sonuçta hepimiz tanrı değil miyiz?” dedi, Bir yandan gülüp bir yandan gösterdiği deniz kabuğunu ona doğru atarken, “Hayır?” dedim. “İyi de, bak işte bu kabuğun kaderini de sen yazmadın mı şimdi?” Sustum. “Baksana, hala mı beni hatırlamadın?” “Maalesef hanımefendi” dedi, “Yardımız için çok teşekkür ederim fakat sizi anımsayamadım.” İnanır mısın arkasını dönüp gitti.

Biraz şaşkın oturuverdim bulduğum ilk taşın üstüne, benim en eski, en büyük, en gizli, en etkileyici arkadaşım, benimle nasıl da dalga geçmişti, küçücük bir fiskesi ile o deniz kabuğunu oradan alabilecekken değilmiş gibi yapıp beni nasıl da eylemişti. Elimi uzatıp suya dokundum, su, “Bırak.” dedi, “Kırma o hevesleri.” Tamam deyip gülümsedim, ben su oldum, su ben, ben tanrı oldum, tanrı ben, biz hayat olduk, hayat biz.  

İnanır mısın, soru değil, her şey olur. 


Comments

Popular Posts